Gizemli bir tablo… Yeryüzünün efendilerine rağmen kurulmuş bir ülke… Ve bu ülkenin kaderi üzerinde oynanan büyük oyun… 

Bir mühendisin kaleminden çıkan, her bir ayrıntısı özenle kurgulanmış, en yerlisinden gizem ve polisiye türünde bir romanı konuşacağız sizlerle; Tekvin‘i.

Kitabı elinize alıp ilk incelediğinizde öncelikle kapak resmi sonrasında da büyük ihtimal kalınlığı dikkatinizi çekecektir. Kitabın tümü ile 604 sayfa oluşu sizi korkutmasın, kapağını bir kere araladıktan sonra gerisi su gibi akıp gidiyor. Kendinizi olayın seyrinden bir an olsun koparmak istemiyorsunuz ve son sayfalara yaklaştıkça bitmesin diye ağırdan bile alma ihtimaliniz yüksek.

Kapak tasarımına gelince kırmızı rengin tüm kapağı kuşatışı ve arka plandaki eskiz üzerine işlenmiş ilginç bir şekil/şema dikkatleri çekmekte. Sonrasında arka planda yer alan ve bir kadının resmedildiği bu eskizin, Osman Hamdi Bey’in 1901 yılında çizmiş olduğu ve 2001 yılından itibaren kayıp olarak nitelendirilen ”Genesis (Yaratılış)”, Türkçe kaynaklarda sıklıkla
kullanılan ismi ile ”Mihrap” veya kitapta da sıkça karşılaşacağımız şekilde ”Tekvin” isimli ünlü tablosu olduğunu anlıyoruz. Üzerine işlenen şeklin ise bir sarmal içerisinde çizilmiş (şahsen bunun DNA sarmalını ifade ettiğini düşünüyorum) ve kitabın ilerleyen bölümlerinde bir takım inançlara göre yaratılışa dair ilahi bir öğretiye ait bir şema olduğunu öğreneceğiz.

Kitabın sayfalarını şöyle bir karıştırdığınızda ise bölümlerin isimlendirilişinin, alışılmışın dışında olduğunu göreceksiniz. 114 bölümden oluşan kitabın her bir bölümünün bir harften oluşması ve bu harflerin karışık olarak (yazarın kendince oluşturduğu bir düzen ile) dağılmış olması, bolca semboller ve şifrelerle dolu bir içeriğe sahip olan bu kitaba gizem katan bir başka ayrıntı olmuş.

Kitap, adını çokça duyduğumuz, fakat hakkında fazla detaylı bilgiye sahip olmadığımız, döneminin entelektüel sanatçılarından Osman Hamdi Bey’in kayıp Tekvin tablosu üzerinde yoğunlaşmakta ve günümüz gerçekliğinden olabildiğince kopmadan, uyumlu bağlantılar yakalayarak gerçekten var olan bu tablo ile kurgusal olayın yollarını ustaca kesiştirmekte.
Hatta kulağımıza sıklıkla çalınan, çoğumuzun gündemine bir şekilde giriveren komplo teorileri, gizemli örgütler, yeni dünya düzeni, dış güçler v.b. gibi merak uyandırıcı unsurlar ile de olayın seyri süresince sık sık karşılaşmaktayız. Yazar kitabın başında her ne kadar, tüm bunlar benim hayal ürünümdür, türünden bir açıklama yazmış olsa bile kitapta alıntı yapılan kaynaklar, tarihte meydana gelen bir takım önemli merter escort bayan hadiseler, şahsiyetler, mekanlar vb. gibi unsurlar, ister istemez sizi tüm bunların gerçek olabileceği hakkında şüphelendirmekten ve araştırma isteğinden alıkoyamıyor.

” Şeytanın en büyük hilesi budur. Bütün dünyayı aslında hiç var olmadığına, kötü bir şaka, bayatlamış bir kocakarı masalı olduğuna inandırır. Şeytanın varlığına olan inancını yitiren insanlık, Tanrı’ya olan bağlılığını da yitirir. Ve insanlar şeytandan gelen tüm bu tehditlerin boş birer masal olduğuna ikna oldukları anda kötülük özgür kalır. İşte dünyanın hali de budur, bugün kötülük özgür kalmıştır.”

Kitaptan genel olarak bahsettikten sonra biraz da anlatılan olay hakkında bilgi verelim. Kitabın baş kahramanı Hakan Turan, ülkenin en ünlü yazılım şirketine sahip olan bir bilgisayar mühendisi, yani oldukça ünlü bir iş adamı. Olay da, manevi kız kardeşi olan Melek’in Beyoğlu’ndaki tarihi bir apartman dairesinde oturan Hakan’ın ziyaretine gitmesi ile başlamakta. Görüştükten kısa bir süre sonra Melek’in ortadan kaybolması ile hem kendini bir kaçırılma olayının hem de seneler öncesinde işlenmiş bir cinayetin zanlısı olarak bulur. Sonrasında da ardı arkası kesilmeyen ama nefesleri bir hayli kesen aksiyon, gizem ve polisiye zinciri…

Tarihteki bir takım gizemli şahsiyet ve kurumları, dinsel öğeleri, İlluminati hakkında bir takım bilgileri, ünlü tablolar ve sembolizmin sanat ve mimari üzerindeki ilginç yansımalarını, Osman Hamdi Bey’i ve İstanbul’un sırlarla dolu köşelerini, sürükleyici bir olay ile bir araya getiren bu romanı okumanızı tavsiye ediyorum.

” Biz, Yeni Dünya Düzeni’ni yeraltının derinliklerinde karanlık bir mağara gibi tasarladık. Bu mağaranın bir ucunda,içeri ışık süzülen bir boşluk var. İnsanların sırtlarını ışığa çevirdik. Onları kollarından, boyunları ve bacaklarından zincirlerle bağladık. Öyle ki sadece karşılarındaki karanlık mağara duvarını görüyorlar. Işıkla aralarından bir sürü nesne geçiyor ve ışık bu nesneleri mağaranın duvarına gölge olarak yansıtıyor. İnsanlar, nesneleri değil, sadece onların duvara yansıyan gölgelerini görebiliyorlar.”

Şeyma Nur LÜLECİ