DELİLER Kimdir?

Deliler, Osmanlı kara ordusunda görevli bir askeri birliğin ismidir. Deli adı verilen süvarilerden oluşan bu birlik, savaşlarda üstün cesaret göstermeleri ve farklı giyinme şekilleri sebebiyle bu isimle anılmıştır.

Yalnızca yiğitlik, korkusuzluk ve savaş sırasındaki önemli mücadeleleriyle değil, giyimleri, savaş tarzları ve üstlendikleri misyonla da Türk askeri tarihinin en ilginç ve en korkunç görünümlü askeri yapılanması olan “Deliler” 15. yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkan çılgın bir birlik olarak tarihteki yerini almıştır. Yapıları ile; tabiri caizse yalnızca düşmana değil dosta dahi korku salan bu fedai birliğini hep birlikte tanıyalım.

“Deliler” Ne Zaman ve Nasıl Ortaya Çıkmışlardır?

Deliler birliğinin tarih sahnesine ne zaman çıktıkları ile ilgili net bilgiler bulunmamaktadır. Yine de bu birliklerin 15. yüzyıldan sonra ortaya çıktığı, 16. yüzyıldan itibaren devlet tarafından istihdam edildiği bilinmektedir.

Deliler’in; Osmanlı tarihinde adlarına yakışır şekilde savaş yeteneklerini sergilediği ilk muharebe, 1444 yılında Papalık önderliğindeki Haçlılara karşı yapılan Varna Savaşı olduğu tarihe kazınmıştır.

Tarihçi Neşri’nin aktardığına göre; 1448 yılında Kosova Muharebeleri’nde de Deliler Osmanlı ordusunun bir parçası olarak savaşmışlardır.

Nasıl Ortaya Çıktılar?

Delilerin ortaya çıkmasın nedeni, bizzat Osmanlı’nın kendi iç sorunları, yani taht kavgaları, Anadolu’nun her yerinde beklenmedik biçimde patlak veren ayaklanmaların yarattığı kargaşaydı. Çoğu zaman Rumeli sınır beyleri bu ayaklanmalara hazırlıksız yakalandıklarından önlem almakta oldukça zorlanıyordu. Böylesine beklenmedik tehlikeler karşısında bir daha hazırlıksız yakalanmaktan çekinen Rumeli sınır beyleri, en sonunda akıncılardan farklı olarak doğrudan kendilerine bağlı hafif atlılardan oluşan süvari birliklerini çözüm olarak gördüler. Ve böylece Deliler tarih sahnesindeki yerlerini almış oldular.

Adları Neden “Deliler”?

Halk onlara Deliler lakabını takmıştı ama bu lakap akıl sağlıklarının yerinde olmamasından değil, tam anlamıyla gözükara olduklarından dolayı verilmişti.

Bu savaşçılara neden Deliler dendiğini Fransız mühendis ve asker Alain Manesson Mallet’ın 1684 yılında yayınlanan Les Travaux de Mars ou l’Art de la Guerre adlı eserinde de şöyle görüyoruz:

Bunlar öylesine cesurdurlar ki bir kralın hizmetine girdikten sonra, onları vazgeçirebilecek hiçbir ceza korkusu yoktur. Bu nedenlerden dolayı Türkler onlara deli adını vermişlerdir ve bu ad, dillerinde “gözü pek” anlamına gelir.

1672’de, Fransız elçisi maiyetinde İstanbul’a gelen Antoine Galland’ın yayınlanan günlüklerinde ise Delilerden şöyle bahsedilmektedir:

Deli sözü Türkçede mecnun anlamına gelir, ama bundan bu adamların mecnun ya da akıllarını yitirdikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Bu, kendilerini tehlikeye atmak konusunda gösterdikleri azim ve inattan, nefislerini tehlikeye gerçekten deli imişçesine bir pervasızlıkla atışlarından dolayıdır.

“Deliler” Ocağına Katılmak!

Deli Ocağı’na katılmak kolay değil. Öyle her isteyen Delilere katılamazdı. Delilere katılmak isteyen bir kişinin öncelikle iki temel koşulu yerine getirmesi gerekmekteydi:

  1. Gösterişli ve korkutucu bir fizik yapısına sahip olmak,
  2. Savaşmaktan ve ölmekten korkmadığını, cesaretini kanıtlamak.

Deli Ocağı’na mensup olmanın önemi tarihi vesikalardan anlaşılmaktadır. Herkesin gelişigüzel kabul edilmediği bu ocağa dahil olmak için de bazı şartların yerine getirilmesi zorunluydu. Delilere katılmak isteyen kişinin yerine getirmesi gereken iki temel şart vardı. Gösterişli bir fiziki yapıya sahip olmak ve cesaretini, savaşma becerisini kanıtlayabilmek. Cesaretlerini ve savaş aletlerini kullanmaktaki hünerlerini kanıtlamak için savaşta hiç olmazsa 8-10 düşman süvarisini öldürerek zaferle dönmeleri yine Delilerden beklenen şeylerdi. Bu koşulları yerine getirip kendini ve cesaretini kanıtlayarak eğitim aşamasını başarıyla tamamlayan Deliler, düzenlenen bir tören ile yemin eder ve ocağa özgü başlıklarını giyerek Deliler Ocağı’na resmen katılmış olurlardı. Bayrak adı altında 60’şar kişilik küçük ocaklara ayrılan Delilerin birkaç ocağı bir delibaşının emrine verilirdi. Delilere katılmak için ırk ya da dinin bir önemi yoktu. Genellikle Türklerden oluşmasına karşın Deliler Ocağı’nda Boşnak, Sırp ve Hırvatlara da rastlamak olasıydı.

Bizanslı tarihçi Khalkokondyles, Delilerle karşılaşan düşmanın durumunu şöyle anlatmış:

Delilerle karşılaşan düşman, öncelikle neyle karşı karşıya olduğunu, nasıl bir varlıkla savaştığını, karşısındakinin insan mı insan dışı bir varlık mı olduğunu anlamaya çalıştığı için şaşkınlık içinde kalır.

Başka Milletlere Esin Kaynağı Oldular…

Deliler diğer düşman ordularına da esin kaynağı olmuştu. Polonyalılar (Lehler) sarı botlar, göğsü kapatan parlak zırhlar, uzun kartal kanatları ve leopar  derileri ile kendi Delilerini yaratmışlar ve bunlara “Winged Hussars” yani “Kanatlı Atlılar” adını vermişlerdir.

“Deliler” de Bozulur ve Yok Olur!

Korkutucu görünümleri,  olağanüstü cesaretleri ve savaşma azimleri ile Deliler, Osmanlı ordusuna uzun yıllar boyunca mükemmel biçimde hizmet etmişlerdir. Fakat; zaman içinde tüm Osmanlı’yı tutsak alan bozulmadan ve yozlaşmadan “Deliler” de nasiplerini alırlar. Emrinde oldukları beylerin sık sık görevden alınmaya başlaması Deliler’in başıboş ve işsiz kalmasına sebep olur, bunun sonucu olarak ta askeri disiplinlerini yitirdikleri gibi halka eziyet etmeye ve köylere saldırmaya başlarlar. Sonunda; II. Mahmud tarafından 1829 yılında  Deliler Ocağı lağvedilir ve karşı koyanların öldürülmesiyle bir dönem de böyle kapanmış olur.