Lev Tolstoy (1828 – 1910)
Büyük Rus yazarı Lev Nikolayeviç Tolstoy (Leo Tolstoy), 9 Eylül 1828’de Moskova’nın güneyindeki Tula vilayetinin Yasnaya Polyana kasabasında doğdu. 20 Kasım 1910’da Astapovo’da yaşama gözlerini yumdu.
Lev Nikolayeviç, 1821’de evlenen Kont Tolstoy ile Prenses Mariya’nın dördüncü çocuğudur. Annesi beşinci çocuğunu doğururken 1830’da öldü. Lev Nikolayeviç 2 yaşındaydı. 9 yaşına gelince de babasını yitirdi (1837). Anne ve babasının olmaması yüzünden çocukluğu halalarının yanında geçti, eğitimini onlar üstlendi.
Bu yıllarda Dickens, Pascal, Platon gibi klasikleri okudu. 1943 yılında Kazan Lisesi’ne girdi. Kendi seçtiği program üzerinden liseyi bitirdi. Üniversite sınavlarnı ise, ikinci girişte kazanabildi. Doğu Dilleri Fakültesinde sınıfta kalınca 1846’da Hukuk Fakütesine geçti.
Hukuk öğrenimini de yarıda bıraktı ve 1847 yılında, doğduğu yer olan Yasyana Polyana’daki çiftliğine geıi döndü. Aradan üç yıl geçtikten sonra, 1851’de Rus ordusuna yazıldı ve Kırım Savaşı’nda topçu teğmeni olarak görev yapa ağabeyi Nikolay’ın yanına gitti. 1852’de astsubay olarak topçu bataryalarından birine verildi. Bir süre sonra sağlığı bozuldu. Can sıkıntısını gidermek için roman yazmaya karar verdi. Çocukluk Çağı adlı uzun öyküsünü beğenen şair Nekrasov, onu Çağdaş dergisinde yayımlayacağını Tolstoy’a bildirdi. Eleştirmenler de öyküyü beğendiler ve Tolstoy’tın edebiyata attığı bu ilk adım gereken ilgiyi?? gördü.
Tolstoy, Gürcistan’daki şeyhlere karşı girişilen hareketlerde yer aldı. Ardından 1853’te I. Nikola Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaş açınca Tolstoy, subaylığa yükseltildi. Tuna ordusu bataryalarında görev yaptı. Gerçi o zamanının çoğunu Bükreş salonlarında geçirse de elinde dürbünle savaşan, boğuşan insanlan seyrediyordu. Silistre’nin yardımına koşmak üzere İngilizler, Fransızlar Karadeniz’e asker yollayınca Ruslar Tuna kıyılarından içeri çekildi.
1854 Eylülü’nde, Türk-Fransız-İngiliz kuvvetleri Sivastopol’u kuşatınca Tolstoy Kırım’a naklini istedi, ama Sivastopol’a topçu asteğmeni olarak verildi. Buradaki savaş onu insanlığa yeni bir yol çizme arayışına sürükledi.
“Bu dünyada bahşedilecek olan pratik bir din, İsa’nın dini olacaktır bu!” dedi. İlkel Hıristiyanlığı tarif etti, kiliseye sırt çevirdi. Öbür dünyadan çok bu dünyayı hedef aldı. İleride Tolstoyculuk olarak adlandırılacak düşünce bu yıllarda filizlendi, 24 yıl sonra dal budak sararak ortaya çıktı.
Tolstoy, ateş hattından kurtulmak içın can arıyordu. Ona bu savaşın tek kazancı Kırım ve Sivastopol’da gördüklerini, yaşadıklarını Sivastopol Hikayeleri’ne aktarabilme birikimi sağlamasıydı. Sivastopol düştükten sonra Petersburg yolunu tuttu ve yazarlığı meslek edinmeye karar verdi.
1855 Kasımında Turgenyev’le tanıştı. Burada iki edebiyat grubu vardı, biri Batı’ya açık, diğeri ulusal kaynaklardan yana olan grup. Her ?ikisiyle de zaman zaman ters düştü. 1857’de İsviçre, Almanya ve Fransa’yı gezdi. Bu sırada kardeşi Nikolay kollarında can verdi. O gezideyken 1861’de Rusya’da kölelik kaldırıldı. O da Rousseau gibi düşünüyor: “Doğa iyidir, toplum kötüdür” diyordu. Tolstoy, kendi bölgesinde eski kölelerle toprak sahipleri arasındaki toprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmek üzere yargıçlık görevini üstlendi.
Sonya ile karşılaşması bu yıllara rastlar. Sonya Bers komşu çiftliğin sahibinin, suluboya resimler yapan, hikayeler yazan, ortaokulu henüz bitiren 18 yaşında genç bir kızıydı. Tolstoy ise, 34 yaşındaydı. 1862 Eylülünde nişanlandılar, bir hafta sonra da evlendiler. Bu evliliğinden on üç çocuğu oldu. Sonya kıskanç bir kadındı, evine bağlıydı. Kararsız ve uçan Tolstoy’u kendine bağlayarak onun soluklu eserler vermesine yardımcı oldu. Savaş ve Barış bu yıllarda tasarlandı, yazıldı. İlk onbeş yıl büyük mutluluk yaşadılar.
Savaş ve Barış, Tolstoy’un adını çok yüceltti. Bu dönemde hayli okunan yazar, çocuklar için alfabe hazırlamaya koyuldu. Ama yayınevlerinin çekici önerileri ona Anna Karenina‘yı yazdırdı ( 1877). Tolstoy’un huzuru bozuldu. Dine sığındı, oruç tuttu, günah çıkardı, köy kilisesindeki ayinlere katıldı. 1878-79 kışında İtiraflar‘ı yazdı. Bu Tolstoyculuğun ilk temel taşı oldu.
Tolstoy’un sofuluğu iki yıl sürdü. Çünkü Tolstoy, hiçbir yetkiye boyun eğemeyecek kadar güçlüydü. Tolstoy, 1880’den sonra Hıristiyanlıktaki ölümsüzlük düşüncesini, Ortodoks Kilisesi’ni ve her türlü siyasal iktidarı dışladı. Kendine özgü bir din geliştirmeye başladı. Düşüncelerini açıkladığı Dogmatik Teolojinin Eleştirisi, Dört İncil’in Çevirisi ve Uzlaşması adlı kitapları büyük tepki topladı. Sanat Nedir adlı incelemesini yayımladı.
Bu dönemde yazdığı İvan İlyiç’in Ölümü, Kreutzer Sonat, Hacı Murat ve son büyük romanı sayılabilecek Diriliş gibi eserleri, aynı manevi arayışı yansıttı. Kırım’a dinlenmeye gitti. Vasiyetnamesini hazırladı (1910).
Aile çevresinde bunalan yazar, 7 Kasım 1910’da ailesini terk etmeye karar vererek yanına en küçük kızı ve doktorunu alarak, trene binip güneye yöneldi. Yolda halsiz düştü. Astopovo istasyonunda indi. Gar şefi bu ünlü yolcuyu evinde konuk etti. Ne var ki yemek yemiyordu, hastaydı. 20 Kasım sabahı saat altıyı beş geçe, zatürreeden yaşama gözlerini yumdu.
TÜRK EDEBIYATINDAKI YERI
Türk edebiyatının Tolstoy’la tanışması on dokuzuncu yüzyılın sonundadır. Yeni harflere gelinceye kadar epeyce bir kitabı yayımlanır. Bunlardan bilinebilen ilk kitap Madam Gülnar’ın çevirdiği Familya Saadeti adlı eseridir. 1891 tarihini taşıyan bu yapıtın aynı çevirmenle yeni harflerle basımı yapılmamıştır. Ancak M.E. Gözlü tarafından 1977 yılında Aile Mutluluğu adıyla yeniden yayımlanmıştır. Öte yandan Tolstoy’un edebiyata getirdiği iç gerçek, Peyami Safa’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Yusuf Atılgan’dan Oğuz Atay’a birçok romancımızı etkilemiştir.
Tolstoy’un “Amaçsız sanat olmaz, sanatın başlıca amacı da insanlar arasındaki ilişkilerin düzen1esine yardım etmektir. Bu ilişkilerin düzelmesine kesinlikle yardım etmeyen bir şey varsa o da savaştır. Sonucu raslantıya dayandığı için savaş insanlık dışı, insan yaradılışına aykırı bir şeydir” der. Onun Kırım ve Sivastopol savaşlarına üsteğmen olarak katılışı ona engin bir deneyim sağlar. Bu birikimini yalınızca Rus edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en büyük klasiklerinden biri olan Savaş ve Barış’ta kullanarak gösterir.
Tolstoy, Rusya’nın aynası olur. Onun eserleri Çarlık Rusyası’ndan Devrim Rusyası’na ilerleyen süreci birçok yönüyle gözler önüne serer. Bu yalnızca dış gerçek açısından değil, iç gerçek ya da bilinçaltı açısından da büyük önem taşır. Dahası bu yönüyle öncüdür.
Çağının en büyük romancısı olan Tolstoy, J.J. Rousseau gibi, insanların ahlakını bozan sanata düşmandı. Zorbalığa ve büyük mülkiyete karşıydı. Mülkiyet konusunda ailesiyle arası açıldı. Bunun için varını yoğunu köylülere dağıtırken, eserlerinin telif ücretinin dagıtılmasına sıra geldiğinde karısı buna engel olur.
Eserlerinden özellikle Anna Karenina ve Savaş ve Barış’ın çok sayıda filmi ve sahne uyarlaması vardır. Turgenyev, Savaş ve Barış’ın Fransızcasını dostu Fransız yazar Gustave Flaubert’e gönderir. Ondan gelen mektupta şunlar yazılıdır:
“Bana Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını okuma fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim. Birinci sınıf! Ne sanatçı ve ne psikolog! İlk iki kısım kusursuz, ama üçüncü yokuş aşağı gidiyor … Bazı kısımlar ise Shakespeare düzeyinde. Okurken zevkten gözlerimden yaşlar aktığını hissettim, üstelik bu çok da uzun sürdü. Evet, güçlü. Çok güçlü!”