Pek çok kitabını okuyup beğendiğim bir yazar olan Jose Saramago’nun son romanı olan ve 1998’de Nobel Ödülü alan Filin Yolculuğu’nda da aynı sürükleyiciliği ve lezzeti aldığımı söyleyebilirim. Kendisine has tarzını hem yazım şeklinde hem de üslup olarak gösteren Saramago bu kitabında da adeta kendi dünyasındaki kuralları kendisi koyarcasına dilbilgisi kurallarını hiçe sayıyor; nokta ve virgül dışında herhangi bir noktalama işareti kullanmadan, karşılıklı diyaloglarda konuşma çizgilerini kullanmadan ve paragraflara bölmeden sadece aralarına virgül koyarak ilerletiyor ve dahi özel isimleri büyük harfle başlatmıyor. Zannediyorum ki hem kendisini hem de okuyucusunu kalıplaşmış fikirlerden, kurallardan arındırmak istermiş gibi bir hali var Saramago’nun. Okumaya başlanıldığında başlarda biraz tuhaf gelse de sonrasında kolaylıkla bu yeni düzene alışıyor insan.

Biraz kitabın içeriğinden de bahsedecek olursak; Hikaye, 16. yüzyıl Avrupa’sında Süleyman adındaki bir filin Portekiz Kralı III. Jaoa’nın Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Maximilian’a hediye olarak gönderilmesini istemesiyle başlıyor. Bir de fil Süleyman’ın Subhro isminde yoksul Hintli bir bakıcı vardır ve Portekiz’den başlayıp Viyana’ya kadar süren bu uzun yolculukta beraber pek çok ilginç olaylara şahitlik ediyorlar. Kimi zaman eğlenceli kimi zaman zor ve tehlikeler içerisinde geçen bu yolculukta eğitimsiz bir fil terbiyecisi olan Subhro’nun etrafındakilere bilmişlik taslayışları, kötü niyetli olmasa da içinde bulunduğu durumdan çıkar sağlayıcılığı, bazen kendisini zor duruma sokan boş boğazlığı ve olayları idare etme şekli komik anların yaşanmasına sebep olurken bizlerin de okurken suratımızda bir gülümseme oluşturuyor.

Fil Süleyman’ın kural tanımazlığı, koca cüssesiyle insanı şaşırtan aklı, kalplerde yer edişi ve bakıcısıyla olan dayanışması bizlere fillerin doğasıyla ilgili merak uyandırıcı detaylar aşılıyor ve onlara diğer hayvanlarda olduğundan daha farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor. Kitapta çoğu yerde yazar birden araya giriyor ve hikayenin gidişatı içerisinde bize ek olarak anlatmak istediklerini ve yorumlarını aktarıyor. Bu aralarda, durumla alakalı görüşlerini, politik eleştirilerini dobraca bize bildiriyor. Öyle ki Hıristiyanlık’ın Katolik inancındaki çelişkilere, kendi bildiklerini okuyan rahiplere, otoriteye ve insanlığın kendisine yönelttiği eleştirilere gerek hikayenin içinde olsun gerek bizimle direk muhatap olduğu bu aralarda olsun pek çok zaman yer veriyor. Hikayede bu tarz eleştirel yaklaştığı bir küçük alıntıyı da buraya eklemek istiyorum;

”…Peki saygıdeğer peder benden ne bekliyorlar, Fili bazilikanın kapısına getirip diz çöktürmeni, Bunu yapabilir miyim, bilmiyorum, Dene, Sayın peder , ya fili kapıya getirdiğimde diz çökmek istemezse, bu işlerden pek anlamam ama, sanırım hiç mucize olmamasından daha kötü bir şey varsa başarısız bir mucizedir, Tanıklar varsa başarısız mucize diye bir şey olmaz, Kimmiş bu tanıklar, Öncelikle bazilikadaki tüm din görevlileri, mucizeye tanıklık etmeye hazır ne kadar hıristiyan bulabilirsek hepsini mabedin kapısına toplayacağız, görmediği hakkında gördüm diye yemin eden, bilmediğini biliyormuş gibi yapan halkın sesi yabana atılmaz, Hiç gerçekleşmemiş mucizelere inanmak da buna dahil mi, diye sordu fil terbiyecisi, En keyiflisi onlardır, hazırlık gerektirirler, ama harcanan çabaya değer, azizlerimizin omuzlarındaki yükü hafifletiriz, Tanrınınkini de elbette, Tanrıdan mucize yaratmasını istemek gibi bir densizlik etmeyiz, hiyerarşiye saygı göstermek gerekir, en fazla bakire meryemin başını ağrıtırız, o mucize konusunda fena sayılmaz, Bana öyle geliyor ki, dedi fil terbiyecisi, sizin katolik kilisesinde kinizm diz boyu, Olabilir, ama seninle bu mucizeye ihtiyacımız olduğunu anlaman için bu kadar açık konuşuyorum, diye yanıt verdi rahip”

Hikayedeki yaptığı eleştiriler sadece 16. yüzyıl değil günümüz zamanına da atıflar yapıyor. Yazarın geleceğe olan pesimist ve umutsuz bakışını kitapta geçen şu cümlesiyle de özetleyebiliriz; ”Elveda Dünya, Giderek Berbatlaşıyorsun.”

Kitap hakkındaki yorumlarımı bitirmeden çevirmene de özellikle değinmek istiyorum. Kitabın başlangıcında çevirmen, eklemiş olduğu not bölümünde kitabı nasıl ele almamız gerektiğini okurken nelere dikkat etmemiz gerektiğini ve çeviri esnasında yazarın anlatım gücünü kırmamak adına ne gibi yollara başvurduğunu bizlere güzel bir şekilde açıklıyor. Ayrıca yazarın çokça başvurduğu kutsal kitaplardan alıntıları, edebi metinleri, tarihi olayları
ve şahsiyetleri daha iyi anlayabilmemiz için kısa aydınlatıcı dipnotlar eklemiş olması kitapta anlatılanlardan uzak kalıp bütünlükten kopmamızı engelliyor.

Şeymanur LÜLECİ
İstanbul