1945 yılında Sovyetler birliğinin Azeri kardeşlerimizi idam etmeye başlaması üzerine, Azeri kardeşlerimizden 146’sı alim, toplamda 415 kişi, Rus zulmünden kurtulup Aras Nehri üzerinde Boraltan köprüsünden geçerler ve bir Türk sınır karakolunda sığınırlar; durumu karakol komutanı Ankara’ya bildirir ve Ankara’dan gelen emir; savaşı kazanan Sovyetler biriliği olduğu için yapılması gereken “iade” demiştir. Komutan ne kadar iade etmek istemese de ısrarla iade etmesi gerektiği söylenir ve komutan bir grup Azeri kardeşimizi geri göndermek zorunda kalır ve Sovyet askerlerinin köprü başında kardeşlerimizi vurduklarına şahit olurlar. Komutan tekrar Ankara’yı arar ve vurduklarını söyleyip kalan kardeşlerimizi göndermeyelim der; ama Ankara’dan gelen emir aynıdır…
-Azeri kardeşlerimizden biri bizi sen öldür ama sovyetlere verme der
-Komutan emri uygulamak zorunda olduğunu söyler ve diğer kardeşlerimizi de gönderir
Boraltan köprüsü üzerinde diğer kardeşlerimizde Sovyetlerin kurşunlarına maruz kalıp şehit olurlar. Olayın üzerinden komutanımız kendi silahıyla intihar eder ve bunun üzerine şiirler yazılır
Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı,
Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.Karası, karası, merhamet fukarası,
Karası, karası, merhamet fukarası,Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,
Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,
Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.
Azerbaycan’ın büyük milli şairi Almas Yıldırım, bu olayı “Dönek Kardeş” adlı şiirinde şöyle dile getiriyor:
Türk denince özü, sözü mert olur,
Dost deyince ayrılmaz bir fert olur,
Kardeş deyip dara düşsem, sığınsam,
Şimden geru bu bana bir dert olur.
Ben ne diyem bu vefasız dağlara,
Öz kardaşı dönek olan ağlara!Türk; o Altayların dünkü eri mi?
Yolunda can koydum, verdim serimi,
Düştüğü ağlardan kurtulsun diye,
Serdim ayağına doğma yerimi…
Kardaş armağanı, dökülen kanlar,
Bana mükâfat mı giden kurbanlar?Ben diyorum, Kayıhan’dır soyumuz,
Bir kaynaktan varlığımız, boyumuz,
Dilim dili, yolum yolu, emel bir,
Bir bayrakta, yıldız’ımız, ay’ımız.
Azerî, Türk, Türkmen; var mı ayrılık,
Nerden doğdu bu imansız gayrılık?Alnımın yazısı, karadır kara,
Karadan bir mendil yolladım yara,
Yol uzun, el uzak, yetişmez eller,
Türklüğün kanayan kalbini sara.
Felek kıymış beslenen bu dileğe,
Lânet Türk’ü hançerleyen bileğe.Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz gardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.Kaçtır, eli kanlı çıktı oyundan,
Ne bilem, kahpelik varmış soyunda,
Girdiğim öz yurttan döndürülürken,
Kanımın aktığı sınır boyunda
Açan lâlelerden bir çelenk örsem,
Türklük dünyasına armağan versem.
ŞİİR ELÇİSİ